24 Kasım 2012 Cumartesi

Konya'da bir gurme ve kültür günü



Cömertlikte ve yardım etmede akarsu gibi ol
Şefkat ve merhamette güneş gibi ol
Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol
Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol
Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol 
Hoşgörülülükte deniz gibi ol
Ya olduğun gibi görün, Ya göründüğün gibi ol...


UNESCO 2007 yılını Mevlana yılı olarak ilan ettiğinde çok gururlanmış, ancak henüz Konya'ya gidip Hz. Mevlana'nın turbesini gezmediğim için bir o kadar da kendime kızmıştım. Sonrasında bu ayıbımızı bir parça da olsa hafifletebilmek için Hz. Mevlana'nın ve  O'nun hayatında önemli bir yer tutan Tebrizli Şems'in hayatını anlatan kitaplar alıp okuduk. Önemli olan O'nun hayatını, felsefesini bir nebze olsa da anlayabilmek, bir adım ileri gidip hayatımızda uygulabilmek aslında. Bunun bir parçası olarak da O'nun yaşadığı şehir Konya'yı  bir günlüğüne de olsa gidip ziyaret ettik. Bence Konya için 1 gün süre olarak yeterli değil. Çünkü Konya şehri ayrıca Oğuz Türkleri'nden ve Selçuklulardan günümüze taşınan yapılarıyla nefes alan bir tarih kitabı gibi. Sokakları, caddeleri tarihi medreselerle, camilerle ve türbelerle dolu bu şehir, aynı zamanda ünlü bir mutfak kültürüne sahip. İnternette dolaşırken Konya mutfağına dair okuduğum şu cümleler dikkatimi çekti: "....Konya mutfağı, Selçuklu saraylarından gelen ve Mevlevi adabı ile yoğurulan muhteşem bir oluşumdur . Yemek kültürü açısından en önemli kaynak Mevlana' nın eserleridir." Yani bu yaşayan tarihi anlayabilmek, hissedebilmek için orada en az 2-3 gün geçirmeli, tarihi yerleri gezerken Konya'nın ünlü mutfağında yemekler yemeği ihmal etmemelisiniz. 

Konya'nın o güzelim mutfağına dair bir alıntıyı sizinle paylaşmak istiyorum: "...O dönemde mutfağa ve yemeğe gösterilen saygı 13. yüzyılda belkide dünyada adına ilk defa bir türbe yaptırılan aşçı olan Mevlana'nın aşçısı Ateş Baz-ı Veli ile anlatılmıştır.  Sufizm yani tasavvuf öğretisinde mutfak çok önemli bir yer tutar . Dervişlerin eğitimine başladıkları yerdir burası, amaç sadece yemek pişirmeyi değil aynı zamanda doğanın olağanüstü çabalarla insanlığa sunmuş olduğu yiyeceklere karşı saygı duymayı öğretmektir..." 

Bu cümleleri okuyunca kökleri bu kadar güzel bir felsefeye dayanan Konya mutfağı ve orada yediğim güzel yemekler benim için daha anlamlı oldu. 

Her ne kadar dayandığı felsefeyi önceden duymamış olsak da, Konya'nın etli ekmeğinin ününü herkes gibi biz de duymuştuk. Bu nedenle Konya'ya yaptığımız bir günlük turun hedefini "Hz. Mevlana'nın Türbesi'ni gezip kalan zamanı güzel Konya yemeklerine ayırmak" olarak belirledik. 

Hazır Konya mutfağına dair bilgiler vermişken o gün neleri, nerelerde yedik biraz onlardan bahsetmek istiyorum. Konya denilince akla ilk etli ekmek gelir. En azından bizim ilk hedefimiz etli ekmek yemekti. Ancak bu güzel şehir turumuzda bize eşlik eden sevgili Özlem-Erdem Erdogan çifti bizi Konya'nın en az etli ekmeği kadar meşhur tiridiyle tanıştırdı. Vedat Milör tarafından da tavsiye edilmiş bir mekan olan "Tiritçi Mithat" tirit yemek için en doğru adres. Yaklaşık 230-250 gr kuzu eti sinirlerinden ayrılıp, iyice dövüldükten sonra satırla kesilir. Pidesi, yoğurdu, domatesi ve biberi eklendikten sonra kiremit bir güveç içinde fırında pişirilir. Servis öncesi üzerine bol maydanoz ve terayağı eklenir (13 TL).  Sonuç ortada: 



Bizden 10 üzerinden 10 aldı. Yanlız tereyağına dikkat. Fazlası ağır olabilir. 

Tarihi geziler sonrasında şu meşhur etli ekmeğin ve fırın kebabının tadına bakmadan şehirden ayrılmayalım dedik ve "CEMO"da bir yemek molası verdik. Neler yedik saymak gerekirse: Fırın kebabı (13 TL), etli ekmek (7 TL), bıçakarası (8 TL), Konya böreği (7 TL). Tatlı olarak da sacarası (4 TL) denedik. Etli ekmeğın en önemli özelliği hamurunun açılmasındaki ustalıkmış. Çok ince açılırsa hamur etten önce pişeceği için gevrek oluyor. Tam tersine çok kalın açılırsa sadece hamurmuş gibi bir görüntü çıkıyor ortaya. Yani ne çok ince, ne çok kalın. Fırın kebabı ise koyun-kuzu eti karışımı. Et bakır leğenlere alınıp meşe odunu ateşinde fırında pişirilerek hazırlanıyor. Çatalın ucuyla ete dokunmamız yeterliydi. Et o kadar güzel pişmişti ki, hemen dağılıverdi. Tatlı olarak yediğimiz sacarası Konya'ya özgü bir tatlıymış. İsminin sacarası olması tatlının eskiden iki sac arasında pişirilmesinden geliyor. Hazırlanan tatlı tepsisi sac üzerine yerleştirilirmiş. Üzerine de ikinci bir sac kapatılır ve o sacın üzerine de ocaktan alınan meşe odunu korları yerleştirilirmiş. Kaymakla hazırlanan bu lezzetli tatlının ismi bu nedenle sacarası. Hepsi çok lezzetliydi. Konya'nın bu geniş ve güzel mutfağını bir gün içine sığdırmak hiç kolay olmadı açıkçası. Eve döndükten sonra ertesi gün hiç birşey yememeği tercih ettim :) 



Etli ekmek

Fırın kebabı
Sacarası
Turumuzun asıl amacının Mevlana Türbesi olduğunu daha önce belirtmiştim. Sıra geldi buraya ait izlenimlerimi sizlerle paylaşmaya. 


"Gel, gene gel, gene...
Ne olursan ol;
İstersen kâfir ol, ister Mecusî, ister putperest;
İster yüz kere tövbe etmiş ol, 
İster yüz kere bozmuş ol tövbeni. 
Umutsuzluk kapısı değil bu kapı; 
Nasılsan, öyle gel!..."



Vehbi Kasapoğlu'nun Aşk Çağlayanı Mevlana adlı kitabından Hz. Mevlana'nın hayatına dair biraz alıntı yapmak istiyorum öncelikle: 

Hz. Mevlana Horasan'ın Belh şehrinde 30 Eylül 1207 tarihinde doğmuş. Belh şehri bugün Afganistan'ın sınırları içinde yer alıyor. Hz. Mevlana'nın asıl adı ise "Celâleddin Muhammed". Mevlana efendimiz demek. Ona gönlünü verenlere de " Mevlevî" deniliyor. Hayatının çoğunu o zamanlar "Rum diyarı" olarak bilinen Anadolu'da geçirdiği için, ona "Rumî" de deniliyor. Bebeklik yıllarından başlayarak "Mevlana adayı" olarak yetiştirilen Celaleddin Muhammed bunu âlim babası Bahaeddin Veled'e, annesi ve babasının seçkin öğrencileri olan Semerkandlı Şerafeddin Lala ile Tirmizli Seyyid Burhaneddin'e borçlu. Halkın Bahaeddin Veled'e olan aşırı sevgi ve saygısı devrin padişahı olan Harzemşah'ı endişelendirir. Bunun sonucu olarak da Bahaeddin Veled Belh'ten gizlice çıkma kararı alır ve şehri terk eder. Celâleddin Muhammed o sırada 12 yaşındadır. Belh'ten yakınları ve talebeleri ile ayrılan Bahaeddin Veled'in yolculuğu tam 10 yıl sürer. İlk durak Nişabur'dan sonra sırasıyla Bağdat'a, sonra Mekke ve Medine, Kudüs, Şam üzerinden Anadolu'ya ulaşırlar. Ardından Malatya üzerinden Erzincan'a, sonra Sivas, Niğde, Aksaray, Kayseri üzerinden de Karaman'a ulaşırlar. O zamanki adı "Larende" olan Karaman'da yedi sene kalırlar. Hz. Mevlana burada 18 yaşındayken ilk evliliğini yapar. Karaman'dayken oğulları Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi dünyaya gelir. Ancak babası Bahaeddin Veled Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubat'ın ısrarlı davetine daha fazla dayanamayarak Selçuklu Devletinin başkenti Konya'ya yönelir. Bahaeddin Veled ölümüne kadar (12 Ocak 1231) Sultan Keykubat'tan büyük bir hürmet, ilgi ve alâka görür.

Âlimler Sultanı diye bilinen babasının ölümünden sonra Hz. Mevlana babasının vekili olarak halktan çok büyük saygı görür. Konya'da çok az insanın ulaştığı yüksek itibarlı sakin bir hayat yaşarken Tebrizli Şems bir gün çıkagelir ve hayatını alabora eder. Kabına sığmayan, diyar diyar dolaşan ve bu sebeple de "Uçan Şems" adıyla anılan Hak âşığı Tebrizli Şems ile Mevlana 1244 yılında tanışır ve tam 16 ay küçücük bir odada derin, engin, zengin sohbetler yaparlar. Tebrizli Şems'ten sonra Hz. Mevlana adeta dünyadan kopar. Ancak halk Tebrizli Şems'i sevmez. Hz. Mevlana'nın küçük oğlu Alâeddin Çelebi'de sevmeyenler arasında yer alır. 1247 yılı Aralık ayının ilk perşembe gecesi Şems ortadan kaybolur. Hz. Mevlana uzun ve yorucu bir yolculuğa çıkarak tam 2 yıl Şems'i arar. Ancak bulamaz. Alâeddin Çelebi'nin de içinde olduğu küçük bir grubun Şems'i öldürdüğü iddialar var. Ancak bu kanıtlanamamıştır. 

Hz. Mevlana, Şems'ten önceki hayatını "Hamdım.", Şems'i tanıdığı dönemi "Piştim.", Şems'ten sonraki ömrünü ise "Yandım." diye tanımlar. 

Ve Hüsameddin Çelebi... Hz. Mevlana'ya "Mesnevî" eserini yazdıran kişi. Kendisi Hz. Mevlana'yı bu eseri yazması için teşvik eder, aynı zamanda maddi ve manevi yardımda bulunur. 

Hz. Mevlana ömrünün son 15 yılında Mesnevî'yle ilgilenir, ilk 6 cildi Hz. Mevlana söyler, Hüsameddin Çelebi yazar. 

17 Aralık 1273 Pazar günü Hz. Mevlana Sevgililer Sevgilisine kavuşur. Onun inancında ölüm yoktur: " Ben o padişah değilim ki tahttan ineyim de tabuta bineyim. Benim fermanımın yazısı ebedîliktir." der. 

Gerçekten de kendisi ebedî. Yedi asırdır kendisi gönüllerin sultanı...

"Ey ümitle, korkuyla pılısını pırtısını atmış kişi! 
Sonunda bir kere de bakışı, o görüşü bağışlayana bak. 
Ey isteyen, ey seven!
İsteği verene bak. 
Eseri yaratını gör.
Ne diye esere sarılıp kalmışsın?"

UNESCO'nun 2007 yılını Mevlana yılı olarak seçmesinin bir nedeni de Hz. Mevlana'nın insanlara olan yaklaşımı olduğunu düşünüyorum. Mevlana'ya göre renk, dil, inanç ne olursa olsun insanlar hep aynı: "Değil midir ki insandır, mayaları birdir." der. "İnsanlar yaratılıştan iyidir. Kötülükler değişmez değildir; bunlar, aslında iyinin delili ve rehberidir." Hz. Mevlana, başkalarının kusurunu görmeyi tasvip etmez. Başkalarının kusurunu gören, aslında kendi kusurunu görmektedir; çünkü kusur görmek, kusurdur.

"Dillerimiz, renklerimiz ne olursa olsun değil mi ki insanız, dünyaya gelmişiz; mayamız da bir, yapımız da...

Öyleyse bu savaş, bu hırgür ne diye?...

Ne diye bu direnme, ne diye?...

Ne diye aydınlıktan kaçar insanlık, ne diye?

Hepimiz bir tek düşünceyiz, bir tek...

Ne diye şaşı olmuşuz, ne diye?..." 

Hz. Mevlana'dan, derin Aşk'ından bir kaç damla:

Nice kişiler vardır ki dizimin dibindedirler, ama benim için sanki Yemen'dedirler. Yemen'de olan niceleri vardır ki sanki dizimin dibindedirler. 

Ben bu çalışıp çabalama dünyasında, iyi huydan daha iyi bir ehliyet görmedim. 

Herkesin bakmadığı yönden bak cihana...

Hikmeti istediğin kadar tekrarla, ona ehil değilsen hikmet senden ne kadar uzak!

İnsan, dört mahlûkun huyunu üzerinden atmadıkça kâmil olamaz. Onlar da, tavus kuşu gibi azametli, horoz gibi şehvete düşkün, karga gibi hain, örümcek gibi hırslı olmamaktır...

Hz. Mevlana'yı bir nebze de olsa kendi bloğumda anlatmaya çalıştım... Umarım başarabilmişimdir. 

Hz. Mevlana'nın Türbesi'ni ise fotoğraflarla anlatmak istiyorum. İşte sizin için seçtiklerim: 


Derviş odaları



Mutfaktan bir kare

Dervişlerin sofrasından bir kare
Türbe'nin avlusu

Tüm ekip bir arada
Güzel Konya şehrine yaptığımız 1 günlük gezimize ait notlarım bu kadar. İlerleyen günlerde ilginizi çekeceğini düşündüğüm başka yazılarımı sizlerle paylaşmaya devam edeceğim. 

Değerli yorumlarınızı bekliyorum. 

Konya gezi notlarım 
(02.11.2012)

Gökçe Demirci 

2 yorum:

  1. Ben maalesef hic Konya'ya gitmedim. Cok sade ve net anlatmissin, agzina ellerine saglik. Fakat o etli ekmek resimleri hic olmamis. Bir de Tirit mevzusunu hic bilmiordum enfes gorunuyor. Konyaya gidebilmek icin imkani olan var olmayan var:) Su an aserdim:) Rica: Tebrizli Sems in hayati ile ilgili gitmeden kitaplar okudugunu solemissin. Onlarin yazarlarini ve isimlerini yazabilirsen, cok sevinirim...

    Onur

    YanıtlaSil
  2. Merhaba Onur. Değerli yorumun için teşekkür ederim. Konya'yı gidip görmeni tavsiye ederim. Yemekler göründüğü kadar lezzetli gerçekten:)

    Kitaplara gelince; Sinan Yağmur'un Aşkın Gözyaşları adlı kitabı Tebrizli Şems'in biyografisi. Ayrıca Vehbi Vakkasoğlu'nun Aşk Çağlayanı Mevlana adlı kitabını ve Annemarie Schimmel'in Ben Rüzgarım Sen Ateş adlı kitabı Mevlana'nın hayatını anlatıyor.

    Selamlar

    YanıtlaSil