"Sevgileri
yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı
Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun
istemezdiniz)
Bir bakış
bile yeterken anlatmaya herşeyi
Kalbinizi
dolduran duygular
Kalbinizde
kaldı
Siz geniş
zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar
vakitlerde bir sevgiyi söylemek
Yılların
telaşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği
aklınıza gelmezdi.
Gizli
bahçenizde
Açan
çiçekler vardı,
Gecelerde ve
yalnız
Vermeye az
buldunuz
Yahut vakit
olmadı..."
Behçet
Necatigil
Vakitsizlikten sevgileri
yarınlara mı bırakıyoruz gerçekten?
Sanırım evet.
Sadece sevgi değil hayatı
yaşamayı da yarınlara bırakıyoruz sanırım.
Yarınların bize daha cömert
davranacağını düşündüğümüz için midir ki hayatı bu kadar telaşlı yaşamamız,
oradan oraya koşuşturmamız?
Biz farketmeden içimizi dolduran
duyguların yoğunluğundan mı korkuyoruz yoksa ki, hiç bir dakika durup
düşünmeden yaşıyoruz günleri.
Nefes almanın ne kadar değerli
olduğunu bilsek de hayatta, ne kadar o nefesi "hissederek" çekiyoruz
içimize?
Hangimizin hayattaki tek hedefi
"Huzur" ya da sadece "hayatı keyifle yaşamak"?
Ya da hayatın tadını çıkarmak
için emekli mi olmak mı gerek önce?
Ya hayattan emekli olma sıramız
biz "daha çok erken!" derken gelirse?
O geniş zamanlı yarınlar aslında
hiç gelmezse?
Behçet Necatigil'in yazdığı gibi...
"Adı, soyadı
Açılır parantez
Doğduğu yıl, çizgi, öldüğü yıl,
bitti
Kapanır parantez
...
Parantezin içindeki çizgi
Ne varsa orda
Ümidi, korkusu, gözyaşı, sevinci
Ne varsa orda."
Parantezin sağ tarafı hepimiz
için bir bilinmez. İçinde neler olacağı da bir bilinmez. Ancak içinde şimdiye
kadar ne olduğu, tüm yaşanmışlıklar tüm gerçekliğiyle bizimle. Ne var o
parantezin içinde gerçekten? Sordunuz mu kendinize?
Bloğumda hep gezdiğimiz,
gördüğümüz yerleri sizlerle paylaşırken nerden çıktı şimdi bu yazı derseniz,
işte cevabı: Beni bu düşüncelere daldıran yer Bavyera'da Schlier Gölü (Schliersee)...