15 Şubat 2015 Pazar

Münih'te Kadın Olmak...



Münih’e yerleştiğimiz, bu şehirde yaşamaya başladığımız ilk yıllardı. 35-40’lı yaşlarında genç bir çiftti ev sahibimiz. Bebekleri olacağı haberini almalarından çok geçmeden bebeklerini kaybettiler. Bu olay özellikle anne adayı Gabi’de çok derin acılar açtı. Bir türlü kabullenemedi, eve kapandı bir süre. Sonra bir gün bize bir yolculuğa çıkacağından bahsetti. Münih’ten yola çıkacaktı ve yürüyerek İspanya’ya ulaşacaktı. Bahsettiği yol, her yıl 100.000’den fazla insanın, özellikle Katolik Hristiyanların yürüdüğü dünyaca ünlü Aziz Yakup Yolu’ydu. Bu yolda yürüyerek, ruhunu esir almış acıdan kurtulmayı amaçlıyordu ve hayata yeniden başlangıç yapmayı. Bunu duyduğumda anlamam biraz zaman aldı. O zamanlar Almancam henüz zayıf olduğu için, ilk yanlış anladım zannettim. Çünkü bir kadın nasıl olur da tek başına yürüyerek ülkeleri gezebilirdi, hiç korkmuyor muydu? Daha birkaç ay öncesinde barış adına Milano’dan yola çıkıp ülkemize yürüyerek gelen ve Barış Gelini olarak adlandırılan İtalyan sanatçısına Türkiye’de tecavüz edilmemiş miydi? Ama Gabi bu korku olmadan büyümüş, kadın olmuştu… Bilmiyordu bu fikrin bende yarattığı korkunun ne demek olduğunu…

Münih’te yaşadığım diğer bir büyük şoku da çocukluğumda bıraktığım bisiklete yıllar sonra kavuşmamla yaşadım. Bisiklet sürerken, sürücülerin benim emniyetime benden daha çok dikkat ettiğini keşfettim. Tamam evet kabul ediyorum, yasalar yayaları, bisiklet kullananları koruyor ve yaptırımı oldukça güçlü. Ya peki etekle, elbiseyle bisiklet sürmeye ne diyeceksiniz? Erkek sürücülerin etekle bisiklet süren kadınların yanından geçerken korna çalmaması, onları yolda sıkıştırmaması… Ben bisiklet sürmeyi yeniden, en baştan Münih’te öğrendim. Bisiklet sürerken tenimde hissettiğim rüzgara odaklanabilmeyi, başka bir şey düşünmemeyi Münih’te yaşadım. 

Bu fotoğraflar Amsterdam'da çekilmesine rağmen paylaşmayı uygun buldum. Çünkü Münih'te bu kareleri yakalamak mümkün.


Metro ağı Münih’te oldukça gelişmiş ve metro insanların yoğun bir şekilde kullandığı toplu taşım araçlarının başında. Ben evden almanca kursuna hergün metroyla gidip geliyordum o zamanlar. Bir gün farkettim ki bir kez olsun birini, bana gözünü dikip bön bön bakarken yakalamamışım hiç. İlk başta garip geldi, bir afalladım, böyle düşündüğüme şaşırdım. Ama biz buna alıştırıldık Türkiye’de. Mesela otobüs durağında otururken kadınların bir tarafını görürüm umuduyla otobüs camına yapışan bir erkeğe denk gelmek imkansız değildir bizim ülkemizde. Ya da arkanızdan sesli laf atılması çok olasıdır. Bir şekilde bu hayatın bir parçası olup çıkar, çok üzerinde durmayız, duramayız. Hangi birinin üzerinde duracaksın, hangisine ders vereceksin. Ama asıl benim Münih’te yaşadığım ‚NORMAL’ miş işte ben bunu öğrendim, öğrendikçe de özgürleştim. Bakışların üzerimde olmamasının rahatlığıyla oturmak, istediğim gibi davranmak beni sadece özgürleştirdi. 

Bir de Yüksek Lisansım sırasında şu anda çalıştığım şirkette öğrenci olarak çalışırken ilk kez iş arkadaşlarımla dışarı çıktığım gece yaşadığım şok var. Tüm ekip restorana gidildi, yemekler yendi, ardından başka bir mekana geçilip birşeyler içildi. Gece geç saatte herkes yavaş yavaş eve gitme vaktinin geldiğini farkedince hep beraber mekandan ayrıldık. Benim şef atladı bisikletine ‚Bye‘ dedi gitti. Diğer iki erkek iş arkadaşı da metroya doğru koşturdu ben kaldım mı bir başıma. Münih’i henüz çok iyi tanımıyorum. Ordan eve o saatte nasıl giderim tam bilmiyorum. İçimden nasıl bir centilmenlik bu dedim, insan kadın iş arkadaşlarını eve bırakmaz mı, ya da otobüsüne, metrosuna bindirmez mi? Bizim Türk erkekleri olsa buna asla müsaade etmezlerdi. Ama yıllar geçti ve ben bu sürede NORMAL olana alıştım. Yine de kendime sormadan edemiyorum şimdi:  Acaba Türk erkekleri bunu gerçekten centilmen oldukları için mi yapıyorlar yoksa Türkiye’de kadınların başına gece geç saatte ‚Birşey‘ gelme ihtimali çok yüksek olduğu mudur asıl sebep… Sizce? 

Münih-Gaertner Meydanı


Kadın olarak şehirde, metroda olmak kadar bir kadın olarak tek başına doğada olmak da bambaşka bir özgürlüktür. Eğer sonbaharsa, sadece ayaklarınızın altında çıtırdayan kurumuş yaprakların hışırtısı bozabilir doğanın sessizliğini, kışınsa karın çıkardığı ses… Baharda ise kuşlar cıvıl cıvıldır. Ormanın içinde saatlerce tek başınıza yürüyebilir ve doğanın sessizliğine ortak olabilirsiniz. Korku değildir hissedilen duygu, sadece huzur vardır.. Ben bundan 2-3 sene önce eşimin Münih’te olmadığı bir haftasonu 2 kız arkaşımı da ayartıp orman içinde bir yürüyüş planı yaptım. Atladık trene gittik, yürüdük, dağ tepe tırmandık sonra akşam döndük eve geri geldik. Eşimin bana ilk söylediği şey ‚Sen Türkiye’de bırak ormana gitmeyi, bir iki ağaç içinde yürürken ortam ıssızlaştığında ödün kopardı. Ne oldu sana?‘ ydı. Hakikaten bana ne olmuştu? Bana birşey mi olmuştu yoksa sadece normalleşmiş miydim? Ben orman içinden bir ayyaşın çıkmasını beklerken, beni doğanın sessizliği karşılayınca ben sadece normalleştim.

Tam tamına 6 yıl 4,5 ay oldu Münih’e yerleşeli. 
Bu şehir beni normalleştirdi… 
Artık daha güçlü hayallerim var, içinde korkunun olmadığı. 
Dünya’yı tek başına gezebilecek enerjim, isteğim var. 
Doğa içinde tek başına kaldığımda tattığım duygu sadece huzur. 
Umudum var bir de. Dünya’nın her yerinde kadının korkusuzca, özgürce dolaşabileceği gelecek için… 

Bu yazı 20 yaşında gündüz okuldan eve giderken tecavüze uğrayıp, vahşice öldürülen Özgecan’ın yitip gitmesinin ardından yazıldı…

Off the Road on the Track 
15.02.2015



3 yorum:

  1. İzmir'de kadınların "özgür" olduğuna inanılan şehirde; zaman zaman yüreğimiz cızlayarak dolaşıyoruz.
    Türkiye de her şeyin "NORMAL" yaşayacağımız günlerin gelmesini diliyorum.
    Özgecan'ın anne- babasına sabırdan daha üst bir güç gelmesini istiyorum. Bizler bu şoku kalbimizde hissederken onların nefes alamadıklarını görüyorum.

    YanıtlaSil
  2. Tokat gibi süper bir yazı olmuş..Elinize sağlık.. Bunu yazıyı tum okullara asabılsekı farkı anlamaları için ..Akla , mantığa aykırı durumlar normal miş gibi ülkemizde nasıl kabullenılmiş.!! Nasıl kanunlar erkeği tahrik ettin diye suçluya ceza indirimi veriyor..!
    Inannılır gıbı degıl..En acısı ıkıncı sınıf vatandaş olmayı kabul eden kız kardeşlerimiz.. Ataturk'un onlara verdiği eşit vatandaş olma hakkını red etmeleri..Nasıl Berlinde'ki bir sosyal hayata sahip olacağız ,bu sadece bir zaman sorunumu anlayamıyorum? Mutlaka değişecek ,mutlaka ama ne zaman ve nasıl?
    saygılarımla

    YanıtlaSil
  3. Umarım Gabi acısını atlatabilmiştir. Biz de geçen yıl CS'den bir çocuğu evde misafir ettik, Londra'dan yaya Ayasofya'ya yürüyordu, Ayasofya'ya az kalmıştı o gece zor uyudu saat 6:00 uyandık elimle elin İngilizine sandviç hazırladım, annem yapmaz bunu bana Bolat dedi. Türkçe gözünüz insan görsün dedim :)) Hala şoku atlatamamış olmalı ki Londra'ya davet ediyor illa gelin diye :)

    Eve bırakma hadisesi için şöyle düşünün biz misafirimize yemek parası ödetmeyiz, biz yemek yerken masamıza gelene hesap ödetmeyiz, bu onların parası olmadığından değildir. İnanın ki centilmenliğimizdendir ama biraz odun olduğumuz da aşikardır :)) ititaf edeyim...

    YanıtlaSil