East Side Gallery: Berlin Duvarı |
2014 Yılı'nın Paskalya tatilinde yönümüzü Almanya'nın başkenti Berlin'e çevirdik. İkinci Dünya Savaşı'yla yerle bir olan, Soğuk Savaş döneminde Berlin Duvarı'yla ikiye bölünen, tarihinde çok acılar çekmiş Berlin şehrini 4 gün boyunca gezdik, keşfettik. Duvarın yıkılışının üstünden geçen 25 yılın sonunda Berlin şehri artık çok farklı, modern bir yüze sahip. Farklı milletlerden, kültürlerden insanların birarada yaşadığı bu renkli şehri biz çok sevdik.
Gün gün Berlin izlenimlerimizi, sizlerin Berlin tatilinizde faydalı olması dileğiyle bloğumda paylaşıyorum...
OfftheRoadontheTrack Berlin'deydi...
Berlin'de 1. günümüz:
Berlin Katedrali (Berliner Dom) |
Bergama Antik Kenti'ne yolculuk: Pergamon Müzesi
Bergama Zeus Sunağı |
Berlin’de ilk günümüze havanın biraz kapalı olmasını da dikkate alarak Müzelerin bulunduğu Müze Adası’ndan başladık.
Müze Adası Berlin |
Eğer müze gezmektan hoşlanan biriyseniz bir müze kartı alın (Kişi başı 18 €
/ günlük yada 24 € / 3 gün için) ve buraya gelin. Burada bulunan müzeler: Eski Müze
(Altes Museum), Yeni Müze (Neues Museum), Eski Ulusal Galeri (Alte
Nationalgalerie), Bode Müzesi, Pergamon (Bergama) Müzesi.
Milet Pazar Kapısı |
Babil Şehir Kapısı |
Adını Bergama Antik kentinden alan Pergamon Müzesi ilk defa 1830’da açılmış,
sonradan getirilen eserler sığmayınca da 1930’da genişletilip restore edilmiş.
Bu müze Pergamon Zeus Sunağı yanında, Milet Pazar kapısını, Sümer, Asur ve Pers
medeniyetlerinden birçok değerli eseri bünyesinde bulunduruyor. Bu eserler
getirilen orjinal büyüklük ve şekilleriyle aslına uygun olarak burada yeniden
kurulmuş. Bu nedenle bu müze bizim Berlin gezi programımızda ilk sırada yer
alıyordu.
Bergama Zeus Sunağı |
Yunan Tanrısı Athena |
Müzede sergilenen eserler hakkında detaylı bilgiyi ve onların Berlin’e getiriliş
hikayelerini müze gezisi öncesi temin edeceğiniz ücretsiz audio guide’larla
edinebilirsiniz. Hem de Türkçe dilinde. Bu kadar çok şehir gördük ancak Türkçe
Audio Guide’a ilk defa Berlin’de denk geldik. Bu nedenle ben bu ayrıntılara
girmek yerine müzeye giriş öncesinde sizin için yararlı olabilecek başka bir
deneyimi paylaşmak istiyorum. Pergamon Müzesi’ne vardığımızda saat 12:00 civarındaydı
ve müze girişi için oluşan kuyruk inanılmazdı. Yaklaşık 2 saat o sırada
beklememiz öngörülüyordu. Biz sadece Pergamon Müzesi’ni gezmek istediğimizden müze
kartı almamıştık. Ben mecburen bilet sırasına girdim. Fatih de her zamanki
gibi etrafı kolaçan edip bilgi toplamak için ön taraflara yöneldi. Bu
yöntemimiz bize her yerde yardım ediyor. Fatih’in müze görevlisinden öğrendiği
kadarıyla müze giriş biletini online rezerve etmek mümkünmüş. Biz de hemen
online olarak aynı güne saat 14:00 için rezervasyonumuzu yaptırdık. 5 dakika sürmedi
online onay geldi. Saat 14:00’e kadar etrafta dolaştık, birşeyler içtik. Geri
geldiğimizde sırada bizim önümüzde olanlar nerde diye baktık, hala
bekliyorlardı. Hiç sıraya girmeden direk rezervasyonu olanların alındığı kapıya
yöneldik ve içeri girdik. Bu kadar basitti. Online rezervasyon yaptırdığınızda
kişi başı 11€ ödüyorsunuz. Eğer gişeden bilet alırsanız aynı bilet 12€. Biz
hala o insanlar neden o sırada saatlerce beklediler anlamış değiliz. Tahminimiz
müze kartı olanların o sıradan içeri gireceği yönde. Ancak şunu söyeyebilirim
ki, Pergamon Müzesi oldukça büyük bir müze ve müzeyi gezmek bile insanın yarım
gününü alıyor. Bir de önden 2 saat sıra beklenilirse oldukça yorucu bir
aktivite olacaktır. Bu nedenle ya çok erken gidin ya da online rezervasyon
yaptırın.
Pergamon Müze Giriş Sırası |
Müze ise beklemeye değer. Içinde 3 tane sürekli serginin olduğu bu müzede
ben büyülendim ve şunu düşünmeden edemedim: Acaba bu değerli parçalar ait
oldukları yerde kalsalardı şu anda buldukları değeri bulabilecekler miydi? Kim
bilir? Ne kadar Almanlara kızsak da, o eserlerin bize, Anadolu’ya ait olduğunu
söylesek de Almanların o eserlere iyi baktıklarını da göz ardı etmemeliyiz.
Eğer bu müzeyi hala görmediyseniz elinizi çabuk tutun derim. Çünkü Pergamon
Müzesi 2014 Eylül ayından 2019 yılına kadar restorasyon nedeniyle kapalı
olacak.
Müze Adası’na vardığınızda sizi öncelikle mimarisiyle büyüleyecek Berlin
Katedrali (Berliner Dom) karşılayacak. İkinci Dünya Savaşı sırasında çok ciddi hasar gören
bu katedral Paskalya ayinleri nedeniyle turistlere kapalıydı ve biz içini göremedik.
Ancak Barok tarzı mimarisiyle bizi dışından bile etkilemeyi başardı.
Berlin Katedrali |
Müze Adası bizim kaldığımız otele yakın olduğu için buraya yürüyerek
ulaştık. Buraya gelirken yolumuzun üzerinde olan Hackesche Avluları ve Hackescher
Meydanı’nda mola vermeyi ihmal etmedik.
Hackesche Avluları sanırım görür görmez vurulduğum ve Berlin’de gezmekten en
çok keyif aldığım yer. İç içe geçmiş bu avlularda küçük küçük butikler var ve
butiklerde tasarımcılara ait çok ilginç, güzel şeyler bulabilirsiniz.
Hackesche Avluları'nın hemen yan
tarafındaki Sinama Cafe/Bar Berlin şehrinin en eski Cafe/barı.
Hackesche Meydanı ise (Hackescher Markt) açık havada birşeyler yemek ya da birşeyler içimek isteyenlere alternatif olabilir. Biz orada gezerken çok keyif aldık ancak mekanlar çok fazla turistik olduğundan burada oturmadık. Bu meydanda bulunan Maredo Restoranı kesinlikle tavsiye etmiyorum. Münih'ten tanıdığımız bildiğimiz kadarıyla Arjantin Steak'te çok başarılı değiller. Eğer steak yemek istiyorsanız bence Block House'ı tercih edin.
Hackescher Meydanı |
Hackescher Meydanı |
İlk günümüzde programımızda Pergamon Müzesi vardı ve akşam saatlerinde müzeden çıktığımızda artık çok acıkmıştık. Ne yiyebiliriz diye kısa bir araştırma yaptık ve çok ilginç bir yer bulduk.
Dada Falafel |
Dada Falafel'e Oranien-Burger caddesi üzerinden ulaştık ve bu cadde üzerinde çok farklı restoran-barlar gördük. Örneğin Hint, Singapur, Küba, Meksika, İtalyan restoranları yan yana dizilmiş. Eminim damak zevkinize ve bütçenize uygun bir restoranı burada bulacaksınız. Bu caddeye göz atmakta fayda var.
İlk akşamımızda yemekten sonra birşeyler içmek içinse National Geographic'in tavsiye ettiği Oxymoron Restoran-Bar'ı tercih ettik. Güzel bir ambiyansı olan bu mekan Hackesche Avluları içinde yer alıyor. Hemen girişteki ilk avluda. Burada yemek de yiyebilirsiniz. Biz burada sadece birşeyler içsek de yemek yiyenlere şöyle bir göz atınca yediklerinin güzel ve lezzetli gözüktüğünü söyleyebilirim. 3'lü menüsü örneğin çok pahalı değildi (37€ / 3'lü menü). Bizim orada olduğumuz akşam "Soul Lounge" gecesiymiş. DJ'in çaldığı şarkılarla ilk günün yorgunluğunu attık burada.
Hackesche Avlusu - Oxymoron |
Gecenin ilerleyen saatlerinde ise yönümüzü Neue Schönhauser Caddesi'ne çevirdik. Bu cadde gündüz alışveriş yapmak isteyenler için doğru adreslerden biri. Bu caddede gözümüze güzel gelen bir mekan seçip geceyi tamamladık.
Berlin'de 2. Günümüz:
Unter der Linden: Berlin tarihinde adım adım ilerlemek
İlk Oryantasyon: Unter der Linden Caddesi Berlin'in en önemli caddelerinden
biri. Gündüz hayatın hareketli olduğu bu caddede aksam saatlerinde kalabalık dağılıyor. Yani geceler gündüzlerin aksine oldukça sakin. Şehrin en eski kapısı olarak ayakta kalmayı başarmış olan Brandenburger Tor (Brandenburger
Kapısı) bu cadde üzerinde. Brandenburger Kapısı'nın bulunduğu meydan Pariser
Meydanı. Bu meydanda Brandenburger Kapısı'nın yanı sıra Amerikan, Fransız
Konsolosluğu ile Adlon Otel yer alıyor ve tabii ki birçok turist olmazsa
olmazlardan.
Brandenburger Kapısı'nı arkanıza alıp yaklaşık 1km yürüyüp sağa ya da sola döndüğündüğünüzde
Friedrich Caddesi'ne çıkacaksınız. Bu cadde üzerinde yürüdüğünüzde
Gendarmenmarkt (Jandarma Meydanı) ve Checkpoint Charlie'ye ulaşacaksınız.
Biz ikinci günümüze Unter der Linden Bölgesi'yle başladık ve ilk olarak yönümüzü Parlamento Binası'na (Reichstag) çevirdik:
"1884 yılında İmparator I. Wilhelm zamanında temeli atılan Parlamento
Binası İmparator'un çok hoşuna gitmese de onayladığı bir projeymiş. Çünkü
ortasında yeralan ağır kubbe şehir şatosundan daha yüksekmiş. Bu nedenle de
kraliyet buraya ‚İmparatorluk Maymun Evi‘ adını takmış. O zamanlarda kraliyetin
çok hoşuna gitmese de Parlamento Binası ve Kubbe o tarihlerden günümüze nice
badireler atlatarak ulaşmış. Alman tarihinin türbülanslarını yansıtan
Parlamento Binası'nda 9 Kasım 1918 tarihinde milletvekili Philipp Scheidemann
cumhuriyeti ilan etmiş. 27 Şubat 1933'te ise nedeni bilinmeyen bir yangın
nedeniyle toplantı salonu ve kubbe yanmış. 2. Dünya Savaşı sırasında yıkılan
Parlamento Binası 1961-1971 yılları arasında tekrardan inşa edilmiş. Ancak bu
sefer Kubbe olmadan. Almanya'nın birleşmesinin ardından tekrar inşa edilen
Parlamento Binası'na tekrardan bugünkü cam kubbe eklenmiş. 1999 yılından bu
yana bu bina, Alman Federal Parlamentosu olarak hizmet veriyor." (Kaynak
visitberlin.de)
Parlamento Binası'nı gezmek için internetten resmi olarak en az iki iş günü
öncesinde yazılı başvuru yapmak gerekiyor ki bize söylenen 1 ay öncesinden
bakmakta yarar olduğu. Sadece randevusu olanları içeri alıyorlar. Ancak eğer sadece
cam kubbeyi gezmek istiyorsanız bilet gişelerinden bilet almanız yeterli. Tabii
ki en az 2 saat bilet sırasında beklemeyi göze alırsanız. Biz turistik
aktivitelerden hoşlanan seyyahlar olmadığımız için Parlamento Binası'na şöyle
bir göz atıp yolumuza devam ettik. Onun yerine Pariser Meydanı'nda güneşe karşı
kahve keyfi yaparak hareketli Pariser Meydanı'nı seyrettik. Tabii ki bu bizim
tercihimizdi. Okuduğum kadarıyla bu cam kubbeden güzel bir şehir manzarası
görmek mümkünmüş. Eğer bu kubbeye çıkacaksanız size tavsiyem güne erken başlamanız
yönünde olacak. Her zamanki gibi burası da turistlerin gözdesi ve bilet kuyruğunda uzun bir sırayla karşılaşma ihtimali yüksek.
12 Haziran 1987'deki Berlin seyahati sırasında Amerikan Başkanı Ronald Reagan
"Mr. Gorbaçov, open this gate! Mr. Gorbaçov, tear down this wall!"
diyerek soğuk savaşın karşı tarafı Gorbaçov'a seslenir.
Branderburger Kapısı Alman ve Avrupa tarihinin en önemli sembollerinden birisi.
Burası soğuk savaş yılları zamanında Nato ile Varşova Paktı'nın sınırını
oluşturmuş. Günümüzde
ise Berlin’in turistik aktivitelerinin olmazsa olmazlarından.
Doğu ve Batı Berlin’in Geçiş Noktası: Check Point Charlie
Doğu’dan o dönemde beş bin kişi kaçmış, 180 kişi vurulmuş. Kaçan insanlar oldukça ilginç yollara başvurmuşlar. Check Point Charlie’nin hemen yanında bir müze var. Bu müzede bu kaçış yolların sergileniyor. Biz bu müzeyi gezmedik. Ancak isterseniz programınıza alabilirsiniz.
Katledilen
Avrupalı Yahudiler Anıtı:
Brandenburger Kapısı’nı gördükten sonra yönümüzü hemen yakınındaki bir açık
hava anıtı olan ve katledilen Yahudileri anma yerine çevirdik.
Burası Almanya’daki başlıca, soykırımı anma yeri. 1980’li yıllarda gazeteci
yazar Lea Rosh ve tarihçi Eberhard Jäckel’in başlattığı sivil
insiyatife dayanıyor. 19.000 mertekare büyüklüğünde alana kurulu olan ve 2.711
beton blok içeren bu anıt bence Berlin programına alınması gereken bir yer.
Katledilen Avrupalı Yahudiler Anıtı |
Asıl ilgi çekici olan ise bu anıtın altına açılmış bilgi merkezi. Bu merkezde
Avrupalı Yahudilerin soykırımı ve bunları hatırlatan tarihsel anma
yerleri üzerine bir sergi açılmış.
Katliamda ölen insanların, ailelerin yaşam
öykülerine, fotoğraflarına yer veren bu sergi katliamı adeta bireyselleştirmiş
yani ete kemiğe büründürmüş. Bu nedenle Münih’te toplama kampı gezmeme ve
katliamın boyutlarına hakim olmama karşı beni bir kez daha etkiledi. Buraya giriş ücretsiz. Yalnız girişte güvenlik
kontrolü olduğu için yaklaşık 15 dakika sırada bekledik. Audio Guide var. Bence
buraya gelin ve bu sergiyi gezin.
Doğu ve Batı Berlin’in Geçiş Noktası: Check Point Charlie
Check Point Charlie |
Zamanında Doğu ve Batı Berlin’in geçiş noktası olan Check Point Charlie’ye günümüzün
ünlü Friedrich Caddesi’nden yürüyerek ulaştık. Son yıllarda birçok yatırım
yapılan ve adeta çehresi değiştirilen bu cadde yepyeni binalarla dolu. Restoranlar,
cafeler, alışveriş yerleri ile günümüzde Berlin’in modern yüzünü temsil ediyor
ve tarihte orada neler yaşandığı adeta unutturuyor.
Ancak cadde boyunca
yürümeye devam ettiğinizde Doğu ve Batı Berlin’in geçiş noktasına ulaşıyorsunuz
ve orada tarihle karşılaşıyorsunuz. Cadde boyunca fotoğraflarla size Soğuk Savaş döneminde neler yaşandığı
anlatılıyor.
Ve zamanında Rusya ve Amerikan savaş tanklarının burun buruna geldiği, Rus
ve Amerikan askerlerinin nöbet tuttuğu geçiş kontrol noktası olan Check Point
Charlie günümüzde turistlerin fotoğraf çektirdiği pasaportlarına damga
vurdurdukları bir yere dönüşmüş. Buradaki turist kalabalığı açıkçası bizi
rahatsız etti. Biz açıkhava sergisini gezdikten sonra hızla buradan uzaklaştık.
Doğu’dan o dönemde beş bin kişi kaçmış, 180 kişi vurulmuş. Kaçan insanlar oldukça ilginç yollara başvurmuşlar. Check Point Charlie’nin hemen yanında bir müze var. Bu müzede bu kaçış yolların sergileniyor. Biz bu müzeyi gezmedik. Ancak isterseniz programınıza alabilirsiniz.
Check Point Charlie |
Berlin Duvar Yolu |
Berlin’in
İstanbul’u: Kreuzberg
Check Point Charlie sonrasında yönümüzü ‚Küçük İstanbul‘ olarak bilinen
bölgeye Kreuzberg’e çevirdik. Türklerin yaşadığı, her yerde Türk restoranları,
manavı, kasabı, kuruyemişcisi bile olan bu bölgeyi muhakkak görmelisiniz. Münih’te
Türklerin yaşadığı bölge birkaç cadde ile kısıtlıyken Berlin’de bu kadar geniş
bir alanda yaşayan Türklerin hayatı 5 yıldır Münih’te yaşayan beni bile
şaşırttı. Burada Türkiye’ye dair herşeyi bulmak mümkün. Tavla oynayıp çekirdek
çitleyenler mi ararsınız yoksa banka oturmuş dedikodu yapan teyzeler mi
dersiniz hepsi burada. Kahvehane bile gördük. Ancak bu bölgede dolaşırken
aslında buranın sadece Türklere ait olmadığını buranın farklı kültürlere kucak
açmış Berlin’in yüzü olduğunu fark ettik. Pearcingli, dövmeli gençler de burada,
diğer yabancı göçmenler de. İlginç bir karışımdı, ilginç bir deneyimdi.
Buraya kadar gelmişken bir Türk restoranına gitmeliyiz diye düşündük.
Aslında bizim ikinci günde hedefimizde ünlü Mustafa's Gemüse Kebap vardı.
Checkpoint Charlie'yi gezdikten sonra Türklerin yaşadığı Kreuzberg'i
keşfedelim, hem de Berlin'in en meşhur dönercisi Mustafa'da sebzeli döner
yiyelim dedik. Burası Berlin’in en meşhur dönercisiymiş. Berlin hakkında
araştırma yaparken ününü öğrenince programımıza almıştık. Ancak önüne
geldiğimizde bulduğumuz kalabalık bizi şok etti. Bir döner ne kadar güzel
olabilirdi ki önünde bu kadar uzun bir kuyruk olsun. Var herhalde bir
bildikleri dedik, sıraya girdik. Yarım saat geçti sıra ilerlemiyor. Döneri
hazırlayanlar aheste aheste müşteriyle ilgileniyor. Sıra arttıkça artıyor. Biz
ki bir müze önünde bile bu kadar çok beklememişken bir dönercinin önünde nasıl
olurda bu kadar beklenebilir diyerek pes ettik ve sıradan çıktık. Yani tatmak
bize nasip olmadı. Ancak sırada bekleyenler büyük bir sabırla bekledikleri ve
çoğunluğunun yerli olduğu düşünülürse döneri güzel diye bir çıkarımda
bulunabiliriz. Ama o sırada beklemek herkese göre değil. Adres Mehringdamm
32-34.
Mustafa's Gemüse Kebap Kuyruğu |
Durum böyle olunca biz de yönümüzü bir diğer ünlü Türk restoranı Hasır'a çevirdik. Hasır için, Berlin'in en iyi Türk restoranı
diyebiliriz. Kime sorsak burayı tavsiye etti. Eğer Türk kebabı, döneri yemek
istiyorsanız Hasır'ın Küçük İstanbul olarak geçen Kreuzberg'te Adalbert
Caddesi'ndeki yerine gidin. Burada 3 tane Hasır var. Biz Hasır Ocakbaşı'nı
denedik ve şunu söyleyebilirim ki, Türkiye standartlarında bir lezzet bulduk.
Türkiye'den gelenler tercih ederler mi bilmem ama bizim gibi yurt dışında
yaşayanlar bu kalitede bir Türk lezzeti bulmakta zorluk çektiklerinden burası
doğru adresti bizim için. Künefesi harikaydı. (Mercimek çorbası, Adana kebap,
künefe, ayran toplam 40€/2kişi).
Kreuzberg Hasır Restoranı |
Kreuzberg Hasır Restoranı |
Berlin’in en
güzel köprüsü: Oberbaum Köprüsü
Oberbaum Köprüsü |
Kreuzberg’de sokaklarda ilerlemeye devam ettik ve şehrin renkli, farklı
kültürlerin iç içe geçtiği bu bölgesini keşfettik. Kreuzberg’de ki en ünlü
caddeler Oranien Caddesi, Bergmann Caddesi. Ancak şunu tekrar belirtmeliyim ki
Kreuzberg oldukça büyük bir alana kurulu. Yürüyerek keşfetmek isteyenler yarım
günlerini ayırmalı.
Uzun bir yürüyüşün ardından kendimizi Berlin’in ünlü Oberbaum Köprüsü’nde
bulduk.
Oberbaum Köprüsü |
Bu köprüden nehir üstünde duran 3 dev adamı görmeniz mümkün. Ancak
yakınına gitmek için yine uzun bir yürüyüş gerekiyor.
Berlin Molecule Man (Fotoğraf Fotocommunity.de sitesinden alıntıdır) |
Biz Oberbaum Köprüsü’ne kadar gelmişken yola devam ettik ve günümüzde açık
hava sergisine dönüşmüş Berlin Duvarı’nı gezdik. East Side Gallery olarak
bilinen bu bölgeyi isterseniz Kreuzberg sonrasında ya da Prenzlauer Berg ve
Friedrichshain bölgesini gezerken programınıza alabilirsiniz. East Side Gallery hakkında bilgi ve fotoğraflara 4.günümüz kısmında yer verdim.
Uzun, bol yürüyüşlü günü ise benim Berlin’de en çok sevdiğim yerde, Hackesche Avluları’nda dinlenerek sonlandırdık. Burası gündüz ayrı, gece ayrı
bir güzel.
Hackesche Avluları |
Alexander Platz
Berlin'deki üçüncü günümüzde hedefte ilk olarak Alexander Platz vardı. Bu meydan, kaldığımız otele yaklaşık 10 dakika yürüme mesafesindeydi ve gece otele dönerken sürekli civar sokaklarından geçmiştik ancak gündüz gözüyle de görelim dedik.
Komünist döneme ait binaların yer aldığı bu bölgeyi gezerken Berlin’in doğu tarafında olduğunuzu hemen anlıyorsunuz.
Alexander Platz, Doğu Berlin'de TV Kulesi'nin bulunduğu modern bir meydan. 368 metre yüksekliği ile TV Kulesi tahmin edeceğiniz üzere Berlin şehrinin en yüksek binası. Bu kuleye çıkmak isteyenler eğer güzel, açık bir havada çıkarlarsa güzel bir şehir manzarası görebilirler diye düşünüyorum.
Alexander Meydanı |
Meydandaki en dikkat çekici şey bence Roma'daki Bernini'nin çeşmesinin benzeri olan Neptunbrunnen çeşmesi. Burada yeralan 4 kadın figürü 4 nehri simgeliyor (Elbe, Weichsel, Oder ve Rhein).
Meydanın hemen karşısında yeralan kırmızı bina ise Belediye Binası.
Bu meydanda biz yaklaşık 10 dakika zaman geçirdik ve benim asıl hoşuma giden Nikolei Viertel'e doğru devam ettik.
Nikolai Viertel adını meydandaki Nikolai Kilisesi'nden almış. Burayı ilk gece keşfettik ve çok hoşumuza gitti. Gündüz gözüyle de muhakkak görmeliyiz dedik ve programımıza aldık. Burada hoş cafe ve restoranlar var. Nikolai Bölgesi ayrıca Berlin şehrinin içinden geçen nehrin kıyısında olduğu için nehre doğru kahve keyfi de yapabilirsiniz. Ancak ben özellikle Nikolai Kilisesi'nin etrafındaki dar sokaklarda gezinmekten keyif aldım.
Hedefte Jandarma Meydanı vardı. Amacımız yürüyerek Nikolai Bölgesi’nden Jandarma
Meydanı’na ulaşmaktı. Ancak yol üzerinde gördüğümüz bir anıt bizi çok etkiledi
ve oraya bakmadan edemedik. ‚Neue Wache‘ yani Savaş ve baskı rejimi kurbanları
için yapılmış bu anıt bir anne ile oğlunun heykelinden oluşuyor.
Burası Savaş ve Baskı Rejiminin kurbanlarını anma yeri. Burası savaş
yüzünden acı çekmiş olan tüm halkları anmak için yapılmış. Katledilen, acı
çeken insanları anmak için…
Jandarma Meydanı |
Jandarma Meydanı, Berlin’in en güzel meydanlarından biri. Bir tarafta
Fransız Katedrali, diğer tarafta Alman Katedrali ve tam ortada Berlin Opera
Binası bulunuyor. Meydandaki cafeler, restoranlar ve meydanda konser veren sokak
sanatçıları meydanı gün boyunca hareketli kılıyor. Biz öğlen saatlerinde
güneşli bir havada Jandarma Meydanı’na ulaştık ve burada meydana bakan bir
cafede mola verip sokak sanatçılarını dinledik. Cıvıl cıvıl olan bu meydanda
mola vermenizi ve meydana doğru keyif yapmanızı tavsiye ederim.
Jandarma Meydanı'ndaki Opera Binası ve Fransız Katedrali |
Bu meydan eskiden Fransızların yaşadığı bir bölgeymiş.
Fransızlar kendileri için Fransız katedralini yapınca bunu kıskanan Almanlar bu
katedralin tam karşısına bire bir aynısı olan Alman Katedralini inşa etmişler.
Ortaya da çok güzel bir meydan çıkmış.
Jandarma Meydanı'ndaki Opera Binası ve Alman Katedrali |
Sırada Berlin'in Kudamm'ı var. Atlıyoruz metroya ve Kudamm'a gidiyoruz.
Berlin’in Champ Elysees’sesi Kurfürstendamm
Berlinlilerin Kudamm dedikleri bu
bölgenin en dikkat çekici caddesi Paris’in Champ Elysees’ine özenilererek
kurulmuş 53 metre genişliğinde ve 3,5 km uzunluğundaki Kurfürstendamm Caddesi. Bu
bölgeyi gezerken evlerin mimarisinden refah seviyesinin Berlin’in diğer
bölgelerine göre daha yüksek olduğunu hemen anlayacaksınız. Burada güneşli bir
Berlin gününde zaman geçirmek, Kudamm Caddesi boyunca yürümek,
cafe ve restoranlarında açık havada oturmak oldukça keyifli. Eğer zamanınız
olursa ve canınız isterse bu bölgede yeralan Hayvanat Bahçesine gidebilir,
orada kısa bir yürüyüş yapabilir ya da bira bahçesinde oturup keyif
yapabilirsiniz.
Bu bölgedeki Kaiser-Wilhelm Anıt
Kilisesi ya da kısaca Yıkık Kilise, orayı gezen herkese savaşın ne kadar acımasız
ve yıkıcı birşey olduğunu hatırlatmak için hala orada ayakta. 22 Kasım 1943’te
isabet eden bombalar nedeniyle kilise çok ciddi hasar görmüş olsa da yıkılmak yerine
savaşın simgesi olarak tutulmasına karar verilmiş. Hemen yanında ibadet etmek
isteyenler için başka bir kilise inşa edilmiş. Yıkık Kilise’nin içine girilip
gezilemese de o Berlin şehrinin ne badireler atlattığını herkese göstererek
görevini çok iyi bir şekilde yerine getiriyor.
Bölgede yeralan Charlottenburg Sarayı’nı
orada yaşayan arkadaşlarımıza sorduk. Onlardan çok ilginç bir saray olmadığı
bilgisini alınca bu sarayı gezmekten vazgeçtik. Ancak isterseniz bu saraya da
göz atabilirsiniz.
Biz, Berlin’de yaşayan arkadaşlarımızla
beraber Kurfürstendamm’ın cafe ve restoranlarını keşfettik. İşte size turist
kitaplarında bulamayacağınız Insider tipi tavsiyeler:
Insider Tips - Brel: Savigny
Meydanı’nda yeralan bu Fransız Cafe-Restoranı’nda birşeyler içip güneşin tadını
çıkartabilirsiniz. Çok keyifli bir mekan.
Insider Tips - Cucina
Comoda: Gerçek bir İtalyan Restoranı. Yediğimiz makarnalar çok lezzetliydi. Servis
çok iyiydi ve çalışanlar çok kibardı. Mekanın içi de oldukça hoş. Eğer İtalyan
mutfağı denemek istiyorsanız burayı tavsiye ederim. (Wielandstr. 11
10629 Berlin)
Insider Tips - Monkey
Bar: Güzel bir Berlin manzarasına karşı birşeyler içmek isterseniz size
tavsiyem Monkey Bar. Manzara muhteşem, mekan oldukça şık. Bu mekan yeni açılmış
Bikini Shopping Center içinde bir teras bar. Burada ayrıca güzel bir restoran
var. İsmi Neni. Restoran kısmını denemedik ancak teras barda akşam içkileriyle
güzel bir Berlin keyfi yaptık.
Monkey Bar |
Belin’in
yeni yüzü Potsdamer Meydanı
Berlin şehrinin en dikkat çekici özelliği şehrin Duvar’ın yıkılmasından sonra yeniden yapılanma sürecine girmesi ve bu sürecin günümüzde hala devam ediyor olması. Yani Berlin şehri diğer önemli, büyük Avrupa şehirleri gibi oturmuş bir şehir düzenine henüz sahip değil. Her yerde inşaatlar, yeni yapılar var. Yaptığım araştırmalar sırasında Berlin kentinin nasıl yeniden yapılandığına dair ilginç bilgiler edindim. Şehrin, Duvar’ın yıkılışından sonra aşama aşama kendi yaralarını nasıl sardığı ve nasıl farklı bir çehreye dönüştüğünün en güzel örneği belki de Potsdamer Meydanı. Bu meydana ait 1925 yılında çekilmiş fotoğrafla bizim gördüğümüz 2014 yılı Potsdamer Meydanı arasında tabiri caizse dağlar kadar fark var.
1925 yılında Potsdamer Meydanı (Resim alıntıdır) |
2014 yılında Potsdamer Meydanı |
Kamu kontrolünde özel sektörün güçlü kuruluşları Berlin’i yeniden inşa etmeye karar verdiklerinde bu göreve Potsdamer Meydanı’ndan başlamışlar. Çünkü Potsdamer Meydanı, Daimler Benz firmasının bu proje kapsamında (Berlin’in yeniden yapılanması) satın aldığı yaklaşık 7 hektarlık arazinin ta kendisi. Yani kuzeyde Tiergarten Parkı, güneyde Londwehr Kanalı, batısında 1956’dan beri Mies Van Der Rohe’nin Ulusal Galerisi, Hans Scharoun’un Berlin Filarmoni Orkestrası ve diğer tarafta Ulusal Kütüphane ile çevrili bu meydanda Berlin şehrinin yeniden imarına başlanmış. Bu meydan 1. Dünya Savaşı öncesinde tren garı, tramvayları ve geniş caddeleri ile şehrin en canlı bölgelerinden biriyken Duvar’ın örülmesiyle beraber bu canlılığını yitirmiş ve savaş sırasında çok zarar görmüş. Meydanın doğusunda yeralan Berlin Duvarı 1989 yılına kadar bu meydanın ölü bölge olmasına sebep olmuş. (Kaynak: Mimarlık Dergisi- ‘Kentin Yeniden Yapılanması, Berlin Potsdam Meydanı’, Bünyamin Derman)
Bizim gördüğümüz Potsdamer Meydanı ise 21. Yüzyılın yüzü gibiydi. Gökdelenlerin hakim olduğu gece ışıl ışıl olan meydanda Sony’in merkezi göz alıcıydı. Meydanda ayrıca Daimler City yer alıyor. Eğer bir şehir baştan nasıl kurulur görmek istiyorsanız bu meydanı muhakkak görmelisiniz. Bir de bu meydana ait eski fotoğraflara göz atmayı unutmayın. O zaman aradaki farkı anlayacaksınız.
Bu meydanı gece görmenizi tavsiye ederim. Işıl ışıl gökdelenler meydanı daha da güzelleştiriyor. Eğer alış-veriş merkezi deneyimi yaşamak istiyorsanız Sony Center tam da bu iş için. Biz burayı gördükten sonra burası Almanya olamaz dedik. Eğer Almanya kültürüne biraz aşına iseniz burayı gördükten sonra ne demek istediğimizi anlayacaksınız.
Sony Center |
Sony Center |
Insider Tips - Solar Bar: Burayı gece görmenizi tavsiye etmemim başka bir sebebi de buraya çok yakın olan Solar Bar. Bir binanın 10.katında bulunan ve yaklaşık 270 derecelik Berlin manzarasına sahip olan Solar Bar güzel bir Berlin gece manzarasına karşı birşeyler içip müzik dinlemek isteyenler için kesinlikle doğru adres. Bence fiyatları da çok pahalı değildi. Manzarası düşünüldüğünde bir içkiye yaklaşık 10-12€ vermek normal bence. Ayrıca restoran bölümünde yemek de yiyebilirsiniz. Ancak denemediğimiz için yemekleri hakkında birşey söyleyemem. Yalnız ambiyans harika.
Prenzlauer Berg ve Friedrichshain: Berlin’de Kahve Keyfi
Berlin’de yaşayan arkadaşlarımız
sayesinde Berlin’de farklı deneyimleri yaşama şansımız oldu. Bir şehri
keşfetmek için alınan turistik bilgi kitapları asla yeterli değildir. Şehri
orada yaşayan insan gibi yaşamak, keşfetmek emek ister. Araştırma yapmak
gerekir, okumak gerekir öncesinde. Ama en iyi tüyolar her zaman orada yaşayan
insandan edinilir. Berlin'deki 4. günümüzde biz de arkadaşlarımız sayesinde güzel bir retro cafe keşfettik.
Insider Tips - Bonanza Coffee: Berlin’deki son günümüzde
yaşadığımız o güzel kahve keyfi sayesinde Berlin şehri benim için daha bir
özel, daha bir anlamlı oldu (Bonanza Coffee Oderberger Strasse
35).
Bu küçücük retro cafe farklı
kahve aromalarını biraraya getirerek farklı tadlar yaratıyor.
Burada kahve
içerken kahvenin aslında bir sanat olduğunu tekrardan keşfedeceksiniz. Kahve
keyif demektir ve bu cafe bu keyif için doğru adres!
Kahve keyfini yaptığımız Bonanza
Cafe’nin bulunduğu bölge sanırım Berlin’de yaşasaydım benim yaşamak için
seçeceğim bölge olurdu. Kahve sonrası caddelerde kısacık gezinmemiz bile bu
bölgeyi sevmemize yetti. Prenzlauer Berg ve Friedrichshain bölgesini bence
mutlaka programınıza alın. Kollwitz Meydanı, Boxhagener Meydanı, Kastanienallee’de
yürüyüş yapın ve bölgeyi yürüyerek keşfedin.
Ve bu bölgede yeralan East Side
Gallery’i görmemezlik etmeyin. Berlin Duvarı’nın yıkılmadan bırakılan bu 1,3 km’lik
bölümü 24 ülkeden 110 sanatçının sanatlarını sergiledikleri bir açıkhava sanat
galerisine dönüşmüş. Gezmekten ve fotoğraflamaktan çok keyif aldığım East Side
Gallery’i kesinlikle tavsiye ederim.
East Side Gallery |
Berlin'de nerede kaldık?
Berlin'de stüdyo tipi bir oda tuttuk. İsmi Flower's Boardinghouse. Adres: Mulackstr. 1. Kaldığımız yer oldukça merkeziydi. Müze Adası'na ve Alexander Meydanı'na yürüme mesafesindeydi. Biz oldukça memnun kaldık. (4 gece için 392 € ödedik). Eğer şehrin diğer tarafında olmak isterseniz otelinizi Kudamm'da tutmanızı tavsiye ederim.
Berlin geziniz öncesi Goodbye Lenin filmini seyredin derim. Bu tarihi şehir daha bir anlamlı olacak o zaman sizin için...
Bu sene Berlin Duvarı'nın yıkılışının 25. yılı...
Bu şehre gelip tarihin izinden gitmek için çok anlamlı bir sene...
Gökçe Demirci
Berlin Gezi Notları
(18.-21.04.2014)
Hazirandaki Berlin gezimiz öncesi ilaç gibi geldi önerilerin. Çok sevindiğimi belirtmeliyim. Chackpoint Charlie ye yakın bir otele rezervasyon yaptık.umarım booking com bizi hayal kırıklığına uğratmaz.5 gün yeterli olur mu sence Berlin in altını üstüne getirmek için.başka önerilerin varsa yazarsan sevinirim.teşekkürler.sevil
YanıtlaSilMerhaba Sevil, çok mutlu oldum.
SilBiz Berlin'de çok keyifli zaman geçirdik. Umarım sizin tatiliniz de planladığınız gibi olur. Herşey yolunda gider.
Biz Berlin'e dört gün ayırdık. Bence beş gün yeterli. Eğer şehrin içini gezdikten sonra zamanınız kalırsa Berlin şehir merkezine 30km uzaklıktaki Potsdam: Sanssouci Sarayı'nı gezebilirsiniz. Burasını bize tavsiye etmişlerdi ancak bizim zamanımız kalmamıştı. Tabii ki buraya gitmek için araç gerekli. Ancak aklında bulunsun. Bunun dışında ben yukarıdaki yazımda en önemli noktalara zaten değindim. Eminim siz de Berlin'i çok seveceksiniz. Şimdiden iyi tatiller.